07.02.2023 17:41 | Güncelleme Tarihi: 07.02.2023 17:41
Vakit buldukça geçmiş yıllarda 'Ne yazmışım?' diye arşive girer rastgele seçtiğimi yazılarımı yeniden okurum. Yine öyle yaptım. Şimdi okuyacağınız yazıyı 'Karnı ağrımayan adam arayışı' başlığı ile 19 Ağustos 2014 tarihinde yazmışım. Okuyunca 'Adana'da değişen pek bir şey olmamış' dedim kendi kendime. Aradan 8 yıl geçmiş. Ders çıkarmalı yazıyı okuyan akıl ve koltuk sahipleri! Çıkarmalı ki etmesin tarih tekerrür! Buyurun okuyalım;
'Karnı ağrımayan adam arayışı!'
Koltuk sahiplerinin her değişiminde, yeni biri geldiğinde ‘tamam bu kez olacak’ diye yeniden umutlanıyorsunuz.
Kişi, makamına oturunca ‘biraz zaman verelim sonra icraatlarını görelim’ diyorsunuz ve beklemeye başlıyorsunuz.
Zaman geçiyor ama değişen bir şey olmuyor. Bir bakmışsınız yerleşik düzenin her unsuru ile temasa geçilmiş, tuzağa çekecek düzenin her ferdiyle kol kola girilmiş...
Hayretler içerisinde izliyorsunuz!
‘Koltukta kimyasal bir madde var da bu adamlar oturunca bulaşıyor mu?‘ diye uçuk komplo teorilerine sarılarak tahlil yapmak elbette abesle iştigal.
Ne oluyor peki?
Neden Adana’da filmi her defasında bu şekilde başa sarıyoruz?
Neden koltuk sahipleri yenilenmesine rağmen (ister seçim ister atamayla olsun fark etmiyor) hep aynı filmi izliyoruz? Kabul edelim Adana’da kurulan düzen iyi kurgulanmış.
Başta medya, sivil toplum örgütleri, siyasal parti teşkilatları, bürokrasi ve Adliye bu düzenin kurucusunun ve onun bağlantı içerisinde olduğu üst aklın daima bir şekilde kontrolünde olmuştur.
Koltuk sahipleri değişir fakat söz konusu düzen değişmez.
Adana’da dik duran ‘Aman! koltuğumu kaybederim neyime gerek?’ demeyecek mücadele edebilecek iradeye sahip adamlara ihtiyaç var.
Adana’daki yerleşik düzenin ne kadar temsilcisi varsa onların ayağına gitmeyi meziyet kabul etmeyecek, karın ağrısı olmayan sağlıklı adamlara ihtiyaç var.
Koltuk sahiplerinin en büyük yanılgısını açık açık yazalım;
Zannediliyor ki yerleşik düzenin sahipleri el üstünde tutulursa hakkında olumsuz propaganda yapılmayacak, kuyusu kazılmayacak. Al gülüm ver gülüm koltuğu koruyacak. Oysa ki dost görünüp kazık atmayı adeta mesleğin bir parçası haline getirmiş, amiyane tabirle işin kaşarı olmuşlar hançeri saplamak için hiç tereddüt etmezler.
Toz pembe çizilen tablo oturulan koltuktan kayıp düşülen o hazin ana kadar devam eder.
Sonra?
Sonra koltuk kaybedilince de ‘Fırsat verilseydi şöyle dizayn ederdim, şöyle uçar kaçardım’ gibi cümleler kaybetmenin dayanılmaz ağırlığı altında kalınması nedeniyle havada uçuşur.
Bu filmi hep gördüğünüz için öncesinde diyorsunuz ki;
‘Bak bu kentte böyle bir durum var. Sakın öncekilerin hatasına düşme!’
Muhatabınız siz bunu söyleyince de;
‘Şuna bak! Çok bilmiş ukala’ gibi bir dizi düşüncenin yüz hatlarına yansımasını rahatlıkla gördüğünüz zoraki bir gülümsemeyle sizi geçiştirmeye çalışır. Ve zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçer, o beklenen hazin son gelir. İşte o gün haklılığımız ortaya çıkar lakin iş işten geçmiş olur.
‘Geçmiş olsun’ deyip geçersiniz.
Bu dikilen gömleğin muhataplarına şimdi yeniden ve bir kez daha diyorum ki;
Adana’daki yerleşik düzen ile temas etmek, onun sahibinin tutmaları ile fotoğraf vermek, organizasyonlar yapmak yakışmaz. ‘Biz her kesime gitmek zorundayız. Onlar gibi düşünmüyoruz ki. Sadece hoş tutuyoruz’ palavrasına sığındığınızda sizin de diğerlerinden farkınızın olmadığını anladığımız andır.
Hadi bir kez daha söyleyelim;
Unutmayın!
‘Dost acı söyler’